2 Eylül 2020 Çarşamba

Her Şeyin Teorisi

1- Acizim

Her şeye güç yetiremem, mutlak güce sahip değilim. Duyu organlarım kısıtlı, her şeyi bilemem. Ölümlüyüm.

2- Zaaflarımın farkındayım

Birtakım zaaflarım var. Hatalar yapabiliyorum, farkındayım. Bazılarını iyi ki yaptım.

3- Bilgeyim

Şartlar ne olursa olsun, herkes kadar zekiyim, herkes kadar mantıklıyım.

4- Düşünüyorum

Düşünmeye yeterince zaman ayırıyorum. Az düşünüp hareket etmiyorum.

5- Sorguluyorum

Fikirleri, kişileri sürekli sorguluyorum. Benim için hakikat önemli.

6- Mutluyum

Mantık iyiliği getirir, iyilik sevgiyi, sevgi mutluluğu. Mutluluğun kaynağını biliyorum.

7- Güçlüyüm

Değerliyim, kendimi seviyorum. Sevgiyi yaşarım, paylaşırım. Dünyayı değiştirmeye gücüm yeter.

8- Herkes hata yapar

İnsanlar hata yapabiliyor, farkındayım ve onları affediyorum.

9- İyi-kötü yok

Kötüyü de barındırırız. Sadece iyi davranış, iyiye yönelim ve iyiye yönelim isteğimiz var.

10- İyiye yönelim

İyiliği unutmak kötülük. Durağanlık kötülük. İyi olmalıyım çabasının sürekliliği iyilik.

11- Empati

Sadece hakikat var. Kişisel doğruların bir önemi yok. Kendimi hiç kimseden ayrı tutmuyorum. Kendime imtiyazım yok.

12- Kavgaya gerek yok

Uzlaşılamayacak hiç bir konu yok. Kavga yok, bazı şeylerden vazgeçmek var.

13- Dünya yeterli

Dünya kaynakları bütün insanlığa fazlasıyla yeterli. Savaşmaya gerek yok, herkes en mutlu şekilde yaşayabilir.

14- İnsan olmak yeterli

Din, dil, ırkın hiçbir önemi yok. İyi olmayı ve iyiliği yaymayı amaçlamak esas.

15- Bütün insanlığı seviyorum

Bireyler masum, bütün insanları tek tek değerlendiriyorum. Kimseyi düşünmediği bir şeyden ötürü suçlamıyorum.


8 Ekim 2018 Pazartesi

Ben, "Ben" Değilim


   - İnsanları anlamak, anlayışlı olmak, empati kurmak... Nasıl mı? Kendine imtiyaz verme.
    Bir insanı anlamak için önce insan varlığını anla, sonra kendini anla, sonra bütün insalığı anla, sonra karşındaki insanı bir başkası değil de kendinmiş gibi düşün. Artık benliğinden kurtulup bağımsız düşünebilirsin.
    İnsanlardan, olaylardan, olgulardan nefret etme. Onları anlamaya çalış, analiz et. Öfke, insanı sağlıklı düşünmekten uzaklaştırır.
    İyi insan - kötü insan yok. Siyah - beyaz yok. İyisiyle kötüsüyle kim neyse o. Herkes, herşey değişim halinde. İyi insan olmak, aslında iyilik idealine yaklaşmaya çalışma çabasının ta kendisidir.
    Herşeyin bir sebebi var. Kötü bir şeyi kınarsan başına gelir derler. Bu sözün altında yatan fikir nedir? İnsanı tanı demek ister. Şartlar olgunlaşırsa sen de o çok kınadığın kötü davranışı yapabilirsin belki de. Ötekileştirme, kendini tamamen soyutlama, kendini kusursuz görme.
    İnsanları hatalarından ötürü aşağılama. Kusurları kimi zaman görmezden gel veya nazikçe belirt. İnsanlar bu yüzden kötü davranışta ısrar etmiyorlar mı? Sen ona sövüp saydıkça o da suçluluk psikolojisini sonsuza dek yaşamak yerine yaptığı hatalı davranışı savunup sürdürmeyi tercih etmiyor mu? Etme...
   Herşey, zıttıyla birlikte ve anlamlı. Kötü olmasa, iyi de olmazdı. Lakin doğanın iyiye her zaman imtiyazı var. Bırak kötülük sadece ihtimallerde kalsın, gerçekleşmesi gerekmiyor.
   - Zaaflarıma yenik düştüm, özür dilerim, beni affet Harun...
   
   

12 Eylül 2018 Çarşamba

Eskizler

Gidecek yerim yok, çalacak bir kapım.
Ben, yürümeyi sevdim belki de.
Varsın olmasın ne dostum ne ahbabım.
Ben, kendimi bulamadım belki de.

Vazgeçişler, bıkkınlıklar, yalnızlıklar...
Doğruyu ararken hiç olmuşum.
Her köşeyi tutmuş koca yalanlar.
Yaşa derler, yoksa mahvolmuşum.


Eskizler silinmiş, kalem tükenmiş.
El titrek, fırça tutmaya korkar.
Bir gün daha böyle geçmiş,
Ressam olsan neye yarar?

19 Mayıs 2015 Salı

YARANAMAYANA: İNSANLARIN EGOLARINA DOKUNMAYIN



Sürekli birilerinin iyiliği için uğraşan ama sevilmeyen insanlar vardır. Her fırsatta insanlara nasihat verirler, yanlışlarını düzeltmeye çalışırlar. Ya da kendilerini, insanları aydınlatmakla, bilgi sahibi yapmakla yükümlü görürler.

Eminim sorsanız hepsi iyi niyetinden yapıyordur. “Ben onun iyiliği için böyle yaptım, bunları söyledim ama yine kötü olan benim!” Aslına bakarsanız “kötülük” diye birşeyin olmadığını da düşünebiliriz. Akledememek, ihmal, bencillik vardır. “Ukalâ, izgüzar, bilmiş, kendini beğenmiş...” Eğer iyi bir insan olmaya çalışıyorsanız bu sıfatları hak etmemeye de çalışın.

“Evet, bilge olmak güzeldir. Evet, cahil olmak ezikliktir. Şu halde ey bilge kişi! Evet, bize bilmediklerimizi öğret ve tatmin ol. Senin bilgeliğini hep beraber alkışlayalım, tebrik edelim, dillere destan edelim, herkese söyleyelim. Sen olmasan ne yapardık? Hani bana sınav hakkında tavsiyede bulunmuştun ya, senin sayende okul okuyorum. Ve bu konu her açıldığında bunu senin sayende başardığımı vurgula ve kendinle gurur duy, göğsün kabarsın.”

Şu bilge(!) insan ne sabırsız, ne de görgüsüz. Karşısındaki insanı insan yerine koyuyor mu acaba hiç? Sürekli sözünü kesiyor, sadece kendisi konuşsun istiyor. Bilgilerinin doğruluğundan emin, yanlış birşey söylemekten çekinmiyor. İhtimalleri düşünmeden arsızca konuşuyor. Sana birşey öğrettiğinde bak, nasıl da mutlu bir şekilde sırıtarak gözlerinin içine bakıyor. Senin önermelerinin yanlış olduğunu ne de kesin bir şekilde belirtiyor. Hatalarını yüzüne vurmaktan nasıl da haz alıyor. En sevdiği tiplerdir senin gibi cahil insanlar. Sürekli anlatacağı birşeyler vardır sana. Hadi, söylediklerini onaylayıp şaşkın ve pür dikkat bir şekilde onu dinle!

Eğer ki bu bilge kişilik sensen ve insanlara güzel davranışlarda bulunmalarını, hatalarını düzeltmelerini söylüyorsan onlara birşey katabileceğini düşünmüyorum. Aksine yapacakları varsa dahi vaz geçebilirler, sırf sen dediğin için yapmış olmamak için.

Biriyle konuşuyorsan asla ondan bilgili gibi davranma, öyleysen de öyle değilmişsin gibi görün. Emin olmadığın şeylere kesin hükümler verme. Çıkar ve itibar için yapılanın iyilik olmadığını unutma. İnsanların hatalarını doğrudan yüzlerine vurma. Önce ona örnek olmayı dene, olmazsa dolaylı yoldan söylemeye çalış.


Bu şekilde hassas davransan dahi kötü olarak görülüyorsan ya da karşı tarafta olumlu bir etki oluşturamıyorsan o da karşı tarafın kötülüğü olabilir.

 Son.

19 Kasım 2014 Çarşamba

Neye Göre İyilik?




İyiyiz çünkü fakiriz. Yeterince paramız olmadığı için insanlar üzerinde hakimiyet kurup, onları köleleştirip haklarını gasp edemiyoruz. Paranın verdiği rehavetle gaflete düşmüyoruz. Hmm fakirler iyidir iyi.

İyiyiz çünkü güçsüzüz. Fiziksel anlamda zayıfız. İnsanlara rahatça hakaret edemiyoruz. Kimseyi dövmüyoruz, dövemiyoruz. Ya da genel anlamda arkamız yok, bizi savunacak insanlar yok, bu şekilde bir güçsüzlük. Hmm zavallı iyiler.

İyiyiz çünkü korkağız. Bir şekilde kötülük yapmaktan çekiniyoruz. Yasadışı işler yapmak bize göre değil, sonuçları çok ağır olabilir. Acı çekmekten korkuyoruz. Keyfimizi kaçırmaya hiç gerek yok. Hmm sizi gidi korkaklar!

İyiyiz çünkü yeterince yakışıklı veya güzel değiliz. Güzelliğimizle insanları büyüleyip onları aldatamıyoruz. Onlarca kişiyi peşimizden koşturup istediklerimizle gönül eylendirip onların duygularıyla oynayamıyoruz.  Hmm iyilerde hiç mi özgüven yok?

İyiyiz çünkü çevremiz iyi. Belki muhafazakar bir aileden geliyoruz. Dinimiz, geleneklerimiz ve çevremiz bize hep iyiliği telkin  etmiş. Bizim de bu öğretilerden uzaklaşmamız kolay olmuyor dolayısıyla. Hmm geleneksel bir iyilik.

İyiyiz çünkü iyiler toplumca takdir görür. Takdir görmekse insanı mutlu eder. Kimi zamansa gösteriş için iyilik yaparız veya hiç olmadığımız kadar iyi görünürüz. Birilerine yalakalık yapmak, göz boyamak için. Hmm mutlu olmak için iyilik.

İyiyiz çünkü iyi olmak bazen daha kolaydır. Kötülük insana vicdan azabı verir, caydırıcı etmenler vardır, plan program ister, sıradan insanlara göre değildir. Tedirgin olursun, rahatın kaçar. Hmm kötü olamayacak kadar üşengeçlik.

İyiyiz çünkü hormonlarımız öyle istiyor. Aslında iyilik endeksli bir yapımız var. Hayatın düzenli bir şekilde akması için hep iyi ve güzel olana yönelim var doğamızda. Bir kere “vicdan” denen bir olayımız var bundan dolayı. Hmm ister istemez iyilik.

İyiyiz çünkü ahirette mükafatımızı alacağız. Sırf cennete girmek, hurileri/nurileri kapmak için iyilik yaparız. Cehenneme girmek isteyenimiz var mı? Hmm karşılıksız iyilik olur mu hiç?

Şimdi gelin düşünelim hangi şartlarda ve neden iyi olmaya çalışıyoruz? Yukarıda saydıklarımın bir kısmı yanlış bir kısmıysa sıradan etmenler. Ortak noktaları ise hep bir menfaat gözetmeleridir.


Bu yazıda sadece düşündürüp bırakmak istiyorum. İyi olmak için, saydıklarımdan daha geçerli ne gibi sebeplerimiz olabilir? Ya da bu sebepleri ne oranda kullanmalıyız? Tesadüf ve menfaatlere dayalı bir iyilik mi, yoksa bilinçli bir iyilik mi? İyiliğin esas kaynağı nedir?

13 Ekim 2014 Pazartesi

Ateistlerin Temel Yanılgısı: Hikmeti Düşünememe




Hkm: “bilgi, bilgelik”. Hikmet sahibi kimdir? Bilge olandır.


Ateistlerin ilk çıkmazı dinlerdir. Yaygın dini görüş ve uygulamaların birçok yanlışını gören samimi insanlar bu noktada durup düşünüyorlar. Eğer tanrı varsa böyle emirler vermiş, böyle söylemiş olamaz. Mesela “dinden çıkanı öldürün” demiş olamaz, kadının köleleştirilmesini teşvik ediyor olamaz! Demek ki tanrı yok. Bu noktada bir merakın varsa dinleri daha iyi araştır. Örneğin İslam dinini araştırıyorsan bu dinin kaynağının yalnızca Kuran olduğunu bilerek araştır.İslamı müslümanların hali, uydurmalar, hadisler, mezhepler ve hocalar üzerinden değerlendirme. Ve Kuran’da anlayamadığın veya yanlış anladığın yerler varsa doğrusunu öğreneceğin günü bekle. Eğer hiçbir dine inanmak istemiyorsan bunun tanrının olmadığına bir işaret olarak görme.


Ateistlerin ikinci çıkmazı dünya üzerindeki acılar ve kötülüklerdir. Bu denli işkencelere, acılara, savaşlara izin veren, göz yuman bir tanrı olamaz diyorlar. O halde tanrı yok. Peki bunların aslında mümkün olması gerektiğini neden düşünmüyorlar? “kötü” kavramı olmasaydı “iyi” kavramı da olamazdı. Neye göre iyi? Hem eğer “irade” diye birşey varsa bunun gereği olarak iyiyi ve kötüyü seçme şansımız olması gerekiyor. Hadi istediğiniz gibi olsun, “kötü” kavramını ortadan kaldıralım. Ne oldu? “şuur” da kalmadı artık insanda. Doğa’da bize olumsuz gelen hiçbir şey olmasın istedik daha sonra. “acı” kavramını ortadan kaldırdık şimdi de. Ne oldu? “his” denen birşey kalmadı artık insanlarda. Dokunduğun nesneleri hissedemiyorsun. Yani kendi kafamıza göre bir evren sistemi kuramayız. Eğer mevcut sistemin yanlışlarını anında bulup itiraz edecek aklınız varsa daha iyisini kuracak aklınızın da olması gerek. Bu akılsa ancak tanrısal bir akıl olabilir. Kendini “mutlak” bilge görme.


Ateistlerin üçüncü çıkmazı ise tanrının varlığına inanmak için onu görmeleri gerektiğini düşünmeleridir. Bu temelde çürük bir düşüncedir. Bu düşüncede olan birinin kafasındaki tanrı imajı yanlıştır. Herşeyi yaratan, bilen, sonsuz birşey. Sonsuzluğu algılamak mümkün müdür? Beş duyu organınla sonsuzu görme, onu duyma, ona dokunma şansın olabilir mi? Kesinlikle olamaz. Bu durumda hangi deney, hangi gözlem sana %100 tanrı vardır diyebilir? Burada temel yanılgı insanın herşeyi kendi bilgi kapasitesine indirgeme ihtiyacıdır. Şu bir gerçek ki insanlık milyarlarca yıl bilim geliştirse dahi “sonsuz” u idrak edemeyecek. Eğer bunu kabullenemiyorsanız ateist olmak için birçok sebebiniz olabilir. Bilmiyorum bu bir kibir midir yoksa dar görüşlülük müdür?


Bunların dışında ateistliğin arkasına sığındığı birçok bilimsel, sosyal, vicdani çıkmazlar olabilir. Burada asıl bahsetmek istediğim “hikmet nazarıyla bakamamak” tır. Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş. Sizinki de o misal, aklının ispatlayamadığı veya ilk bakışta anlayamadığın, yanlış anladığın veya işine geldiği için yanlış anlamak istediğin şeye “yok, olamaz” diyorsunuz. Senin için içinde milyarlarca yıldız bulunan milyarlarca galaksi, mikro alemlerde de akıl almaz rakamlarla açıklanmaya çalışılan sistemler yaratılmış ey insan! Sense bunların tesadüfen olacağına inanıyorsun veya bunlar zaten ezeli ve ebedidir, doğa herzaman bir döngü içindedir diyorsun. Bugün seni bilim de yalanlıyor. Sen aptal değilsin, biz de sana aptal ol demiyoruz. Biz de bilimsel düşünceyi destekliyoruz. Lakin bu bilimin ötesinde bir inanç. Buna ancak vicdanın ve mantığınla ulaşabilirsin. Seni bundan uzaklaştıracak en önemli etken “kibir” ve “birgün bilim bulacak, görürsünüz” gibi insafsızca bir iddiadır.


Eğer biz insan denen varlığın sınırlı bir bilgi edinme kapasitesine sahip olduğunu ve bunun üzerinde herşeyi bilen ve herşeyi olması gerektiği gibi doğru yapan, doğadaki tüm olayları ve olguları en ince ayrıntısına kadar düşünen, en ufak canlının dahi rızkını akıl almaz yöntemlerle veren bir “bilge” şahsiyetin olabileceği erdemini taşırsak o zaman egomuzdan kurtulup bir yaratıcı inancına sıcak bakabiliriz. Çünkü vicdan bunu söyler...



24 Eylül 2014 Çarşamba

Tanrı Olmamak ve Bilinmezlik



Tanrı olmadan onu tam olarak kavrayabilir miyiz? Yani biz tanrının ta kendisi değilsek eğer onu anlayabilir miyiz? Bence mümkün değil.


            İnsan olarak hep bir bilinene, aşina olunana yönelme, onu sevme eğilimimiz var. Olayları veya olguları hemen bir sınıflandırma ve nitelendirmeye tabi tutma ihtiyacı duyarız. Bilmeyi bir erdem sanarız fakat bilmemek bana göre daha büyük bir erdemdir. Bilginin doğruluğunu veya erişilemezliğini yeterince sorgulamayız.


            İnsan için duyu organları dışında kalanlar belirsizdir. Yaratılan tüm varlıklar içinse tek bir mutlak sonsuzluk ve belirsizlik vardır: Tanrı.


Bilimsel düşünmek sadece deney ve gözleme dayalı düşünmek anlamına gelmez. Felsefe ve mantıkla içi içe geçmiş bir düşünce şeklidir. Bu bağlamda bir tanrının varlığına inanmak bilimsel düşünce gerektirir. Bilim ve felsefe aslında dini çürütmekten ziyade onu besleyen unsurlardır. Nitekim belirsiz bir varlığa inanmak için gereken delilleri araştırmak, mantıksal çıkarımları ve sorgulamaları yapmak bilim ve felsefe sayesinde mümkündür.


Biz bu aciz halimizle henüz “varlık” ve “yokluk” kavramlarını bırakın açıklamayı bunların dışında bir durumdan dahi haberimiz yok. Mümkün olabilecek sonsuz duyu türünden haberimiz yok. Olay ve olgu dışında başka kavramlar olabilir bilemeyeceğimiz, ya da bilmekle dahi ilgisi olmayan. “Sonsuzluk” öyle bir kavram ki adını bile koymaktan kaçınabiliriz. O halde tek yapabileceğimiz bilinmezliğe inanıp saygı göstermek olacaktır.



Adına tanrı ya da Allah deyin hiç fark etmez, bir yaratıcının olmadığına inanmak ve bilinmezliğini kabullenememek bana göre hiç de bilimsel değil!




16 Eylül 2014 Salı

Sabit Fikirlilik




Kötü insan veya kötülük kavramının temellerini oluşturan sabit fikirliliktir. İyiyi ve doğruyu araştırmamak veya kabullenememek kötülüğe giden yoldur. Bu durumda iyi niyetimiz de maalesef bizi kurtaramayacak.

Burada sabit fikirli insanları tarif etmeyeceğim. Onlar; “bilmiyorum, olabilir, belki, neden olmasın, haklısın, aslında mantıklıymış, hmm” gibi söz öbeklerini unutmuş gibi görünüyorlar. Tabi ki kibirlenmelerinden dolayıdır bu halleri. Bana göre kibir insanlığın en azılı düşmanlarından birisi. Kimdir bu her şeyi bilen insan? Kimdir bu her şeyi aslında hiç kimseden öğrenmiş olan insan?

“Kabullenememek” kadar kötü bir hastalık var mıdır dostlar? Birşeyler hala zorumuza gidiyorsa hiç düşünmemişiz demektir. “Aman allahımm, hayır ben yanlış biliyor olamam. Kesinlikle doğru olan benim bildiğim. Bir şekilde bunu kanıtlamam lazım. Seninki doğru olsa dahi bunu senden öğrenmiş olmak zoruma gideceği için söylediğin şeylerle alay etmeliyim veya duymazlıktan gelmeliyim. Bilgilerim bana doğuştan verildi, kimseden öğrenecek bir şeyim yok. Hele senin yaşında ve cahil birinden aslaa!” Böyle diyoruz aslında kendi kendimize.

“Hiç bir şey bilmiyorum, ne kimseye bir şey kanıtlama ne de vaad etme gibi bir derdim yok. Herkes ve her şey nasılsa öyledir.” Böyle diyelim ve doğru bilgiyi araştırıp onu en güzel şekilde kullanmaya devam edelim. Bilgimizi insanlar üzerinde hegemonya kurmak, böbürlenmek için kullanmayalım.

Öyleyse bugüne kadar öğrendiklerimizi unutmaya hazır mıyız? Yoksa hala ısrarla dünya düz mü diyoruz?





5 Temmuz 2014 Cumartesi

Gebze'de Bir İftar Anısı


Gebze Belediyesi her yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan ayı boyunca her gün bir mahallede bizlere iftar veriyor. Bugünse merkezde kurulmuştu iftar sofraları. Benim de aklıma esti ablama dedim ki “Ben dışarı gidiyorum abla, biraz hava alayım, iftarımı da belediyenin davetinde açarım.” Yaklaşık 3-4 km lik  yürüyüş sonucunda iftar yeri olan Çoban Mustafa Paşa Camii Külliyesi’ne varmıştım. Vardığımda iftara 40 dk kadar süre vardı ve tahmin edebileceğiniz gibi uzunca da bir kuyruk vardı. Hatta iki kuyruk vardı. Polisler kuyrukların önünü kesmiş bir sağdan bir soldan alıyorlardı. Ben de hemen bir kuyruğa geçtim ve beklemeye koyuldum. Yaşlısı, genci, çocuğu, türlü insanlar vardı kuyrukta.

Hemen arkamda 70’li yaşlarda bir amcayla tanıştık, kendisi Ispartalıymış, 20 yıldır da Gebze’deymiş. 7 çocuk sahibi, 10 tane de torunu varmış. Amca çocukları çok sevdiğini söyledi. “Onlar dünyanın meyveleri, onlar olmasa dünyanın ne tadı olurdu ki” diyordu. Çocuklarının çoğu evli, birisi yakında evlenecek, en küçük oğlu ise askerden yeni dönmüş. En çok yakındığı ise ortanca kızıydı. Onun diğerlerinden daha iyi ve güzel olduğunu söylüyordu. Ama gel gelelim ki kızı kandırmışlar. Genç bir adamla tanışmış ve arkadaşları onun Almaya’ya gideceğini ve zengin olacaklarını vaad ederek kızı kandırmış. Amcamız ve eşi istememişler lakin kız sonunda kaçmış. Sonuç olarak bir çocuk dünyaya gelmiş ve aslında adamın yalancı ve kötü biri olduğunu anladıklarında ise iş işten geçmiş. Şimdi 9 yaşında bir çocukları varmış. Üstelik adam düzgün bir işte çalışmayı da reddediyor ve işporta tezgahında telefon satarak kazandığı bir miktar parayı da keyfince harcıyormuş.Hayırlısı diyordu amca, evet hayırlısı olsun ne diyelim.

Hava bulutluydu ve hafiften yağmur yağıyordu. Aşağıda bir yerde kavga çıkmış sanırsam polis ekipleri o yönde ilerlediler. Meydanda çocuklar gülüşüp oynaşıyorlardı. Oturan bir adam çocuklara bağırdı, gidin buradan diye. Daha sonra ayakta duran, iki tane de kız çocuğu olan başka bir adam çocuklara küfrederek kovdu. Amcaya dönüp “Amca bu çocuklar çok mu rahatsız etti ki bu adamları kovdular böyle. Çocuk bu hoplar zıplar, belli ki sahipsiz gördüler” dedim. Amcaysa “Onlar dünyanın meyveleridir oğlum” dedi tekrar. Bu arda arkamdaki abla ve iki çocuğu farkında olmadan biraz önüme geçmişlerdi. Bana “Sizin de önünüze geçmişiz ama...” diyince ben de “Önemli değil, ama sıra bize gelince yemek kalmazsa yemeği ben alırım.” gibi esprili bir yanıtla sıramı verip amcaya geri döndüm. Bu arada yağmur sağanağa dönmüştü, korunmak için tarihi külliyenin taş duvarlarına dayanarak kiremitlerin azıcık dışarı çıkarak oluşturdukları saçağın altında durmaya çalışıyorduk. Şiddetli yağmurdan dolayı bazı insanlar kuyruktan ayrılıp gidiyorlardı. Yani sıramız daha erken gelecekti.

Amca bu kez de kırklı yaşlarında olan ve Erzurum’da doktorluk yapan en küçük erkek kardeşinden bahsediyordu. Araba aldığını ve kaza yaptığını söyledi. Şuanda kız kardeşlerinin bakımında yatalak bir hasta olarak hayatını sürdürdüğünü söyledi. Doktorlar fizik tedavi sonucunda yürüyebileceğini söyleseler de kendisinin de bir doktor olduğunu söyleyerek bunu reddediyormuş. Amca, kardeşinin biraz dik başlı olduğunu ve başına gelenlerin bunun bir sonucu olduğunu söylüyordu. Ayrıca gençliğinde de bazı insanların ahını aldığını belirtti. Amca yine hayırlısı diyordu ve dualar ediyordu. “Amin amca, hayırlısı...”

Böyle kaza belalar hepimizin başına gelebilir ama şu da bir gerçek ki yaptığımız kötülüklerin ve hataların cezasını elbet çekiyoruz. Ya bu tarafta ya diğer tarafta derler ya çoğunlukla diğer tarafa kalmıyor. Şikayet ettiğimiz o çok kötü dünyanın mimarları aslında bizleriz. Gündemde olan işsizlik ve açlığın %80 i aslında hak edilen veya hiç olmayan işsizlik ve açlıktır. Evet, gerçekten zor durumda olan insanlar da var, onlara ve diğer insanlara yardım etmekten asla vazgeçmemeliyiz lakin çoğunluğu oluşturan dilenci, isyankar ve kötü kesim ya aç gözlülüklerinden ya da akılsızlıklarından dolayı hem kendilerine hem de topluma zarar vermeye devam ediyorlar. Hayırlısı...

Nihayet sıra ilerlemeye başladı.Dediğim gibi bir polis memuru bir sağdan bir soldan alıyordu. Tam ben sıranın başındaydım ki bir adam polise laf attı. Belli ki polisin kendinden önce iftar etmesinden rahatsızlık duymuştu. Polis ise onun hırsız olduğunu söylüyordu. Sonra sıra bana geldi. Ezan okunalı yaklaşık 20 dakika olmuştu ki külliyeye girdim ve yemeğimi alıp ilerledim. Dönüp amcaya baktım ama amca başka bir tarafa doğru gidiyordu. Tekrar baktığımda gözden kaybolmuştu. Çıkışa yakın bir masaya oturdum. Yemek paketini açtım. Yemekler çeşit ve miktar bakımından tatminkardı. Tam yemeye başlayacakken bir adam bağırıp çağırarak karşıma oturdu. Elindekileri koymasına yardım ettim. Gelip geçen laf atıyordu adama.

Adam beş dakika önce sofraya yemeğini ve bir miktar kuru ekmeği bırakarak kısa süreliğine bir yere gitmiş. “Gitmez olaydım, bu nasıl bir iştir, şerefsizler yemeğimi çalmışlar!” gibi nidalarla dert yakınmaya başladı. Zaten iftar yemeği bazı çocukların oyuncağı olmuştu, çocuklar dönüp tekrar tekrar yemek alıyorlardı. Adamın dediğine göre “çingeneler” almış yemeğini. Mesele aslında yemek değildi. Meselle “çingeneler” de değildi. Adam bir süre bana haksızlık görürsek göz yumamamız gerektiğinden bahsetti. Kendisinin bu şekilde olduğunu söyledi. Takdir ettim lakin “çingene” mevzusunda dediklerini onaylamadım. “Ben olsaydım bunların hiçbirine yemek vermezdim” diyordu. Belli ki çok sinirlenmiş. Adam sinirlenmekle haklı. Orada güzel bir iş yapılıyor, zor durumda oruç tutan insanlara bir nebze olsun yardım etmek için, halka hizmet için yemek dağıtılıyor. Sen ise yemekleri çalıp çırpıp ziyan ediyorsun. Evet, maalesef yemeklerin azımsanmayacak kısmı ziyan oluyor. Ama bunu yapan insanları ne “çingene” ne de başka bir ırk veya grup altında sınıflandıramayız.


Yemeğimi bitirdim ve adama teşekkür edip, iyi akşamlar dileyip ayrıldım. O da biraz sakinleşmişe benziyordu. Nihayetinde iyi ki bugün böyle bir iftara katılmışım. İnsanları tanıdıkça aslında kendimizi de daha iyi tanıma, sorgulama ve çeki düzen verme fırsatı buluyoruz. İnsanların dertlerine, mutluluklarına ortak olurken onlardan bazı nasihatler alıyoruz. Ve sonra “hayırlısı” diyoruz. Hayırlısı...

11 Haziran 2014 Çarşamba

Rahatsız Edici Üstünlük Çabası



Bana en çok nasıl insanları sevdiğimi sorsalardı sanırım yanında en rahat olabileceğim insanlar diye cevap verirdim. Peki bu rahatlığı sağlayan nedir?

Günlük hayatta insanlar sürekli sözlü bir savaş içindeler. Olaylar sürekli ben merkezli bir yaklaşım çerçevesinde değerlendirildiğinden ötürü her zaman bir haklı çıkma, üstün olma yarışı var. Yenilmeye tahammül, kibirdense taviz yok. Kendini adeta beyin olarak kabul edip diğer insaları gerizekalı konumuna koymaktan zevk alan bir zihniyet var. Peşin ve kesin hükümler vererek emir kipleri kullanmaktan da geri durmayan bir zihniyet.

Böyle insanların baskısına dayanamayan diğer insanlar da içgüdüsel olarak aynı yöntemle cevap vermek durumunda kalırlar. Doğduktan itibaren bu sonsuz döngünün içine giren insan eğer doğru-yanlış muhakemesini yeterince yapamazsa bir süre sonra ne kendisine yapılan aşağılanmayı fark edebilir ne de bir başkasını aşağıladığının farkına varıp pişmanlık duyabilir. Yani artık bahsettiğim savaş çoktan başlamıştır. İki taraf da kazanmanın verdiği haz ve kaybetmeme hırsıyla bu savaşı sürdürür. İki taraf da almış olduğu manevi hasarları kavrayamaz, kavrasa bile umursamaz. Birbirlerini adeta birer canavara dönüştürürler.

Hepimiz ister istemez birilerinin kalbini kırıyoruz. Bunu en aza indirmek kuşkusuz özel bir çaba gerektirir. Bunun farkına varmazsak insanlarla olan sebepsiz savaşımız sürüp gider.

İşte bu üstünlük yarışına giren insanlar beni rahatsız ediyorlar. Onların yanında rahat olamıyorum. Kendimi adeta “mal” gibi hissediyorum. Gerçekten de davranışlarımız her insan veya insan topluluğuna göre farklı kombinasyonlar şeklinde oluşuyor. İşte böyle kişilerin yanında bütün kombinasyonlarım altüst oluyor. Geriye kalan savaşma seçeneği de kötü bir davranış olduğundan en iyisi fazla muhatap olmaktan kaçınmak diye düşünüyorum. 

Oysa ki herkes kendini en değersiz ya da nispeten değersiz görse ortaya gayet hayvansı olan savaşma ve üstünlük kurma hazzından kat kat üstün olan tevazu, hoşgörü ve nezaketin vermiş olduğu başka bir haz çıkacaktır. Hem de sonsuza dek etkisini yitimeyen insan olma hazzı…

Son olarak bu yazımdan kimsenin alınmasını istemem. Eleştirdiğim toplumun ta  kendisidir. Yani ben ve bütün insanlar buna dahildir. Zaten en çok arzu ettiğim şey de kendimizi her daim eleştiriyor olmak. “Ben” gibi düşünmemek, benliğinden çıkıp da düşünmek…

31 Ekim 2013 Perşembe

Neyin Mükemmeliyetçiliği?




Bazı insanlar gündelik işlerde mükemmeliyetçi davrandıkları halde insan ilişkilerine geldiğinde sınıfta kalıyorlar. Söz gelimi insanlar devamlı çevresindekilerin hatalarını kollarlar ve anında müdahale ederek yaptığınızın işi kendilerinin düşündüğü gibi yapmanızı söylerler. Fakat bazı hususlarda yanlışlıkları vardır.
Birincisi, bilgilerinin yanlış olma ihtimalini düşünmeden, kesin bir tavırla “O iş öyle olur mu yaa, ne yaptın sen? Çekil bakalım şöyle kenara!” derler. Hal bu ki işi iyice zorlaştırmaktan başka bir şey yapmazlar. Tamamen kendi egolarını tatmin etmek amacıyla yaparlar bu işgüzarlığı. Bu tip insanların her soruya, her konuya söyleyeceği şeyler vardır. “ Bilmiyorum” ya da “Hata bende” gibi kabullenmeleri yoktur. Bey/hanım efendi hatalı organlarını yıllar önce aldırmışlar. Geri adım atmama hastalığı, gurur, kibir, ego,  ne derseniz deyin buna!
İkincisi ise bilgilerinin tek doğru bilgi olduğunu öne sürerler. “O yemek salçasız olur mu yaa? Bizim oralarda hep salçalı yaparlar.” Kardeşim sizin oralarda öyleyse ne yapalım? Yemek dediğin şeyi nasıl yaparsan öyle olur. Belli başlı püf noktaları olabilir ama olaya bu kadar dar bakmamak lazım. Her zaman geniş düşünmek gerek.  Bir şey için “olabilir, neden olmasın?” diyebilirsiniz. Fakat “öyle bir şey yoktur” diyebilmeniz teorik olarak çok zordur. Geniş çaplı araştırmalar sonucu elde edilebilir bil bilgidir bu veya siz yaparsınız ve “aaa oluyormuş deme ki!” dersiniz sonunda. Yoksa dediğim gibi her yemeğe salça olursunuz.
Gel gelelim ki böyle insanlar hem bu şekilde hem de başka şekillerde düşüncesizlik örnekleri sergileyerek çevresindeki insanları rahatlıkla rencide edebiliyorlar. “Ya bu adam da sherefsizin önde gideni!” Ne yaptın? Adamın günahını aldın boşuna, nereden tanıyorsun adamı? Neden el âlemin lafına bakıp da boşboğazlık ediyorsun? Ayrıca:
-          “Bu eğitim sistemi çok yanlış, ben olsam liseyi kaldırırım mesela. Boşuna oyalıyorlar insanları””
-          “A şehrinden adam çıkmaz!”
-          “A partisi bu ülkeyi batırdı/batırır/batırıyor.”
-          “Oğlum A takımı B takımını parçalayacak, görürsün, demedi deme.”
-          “Sen ona bir de para mı verdin? Bir şeye benzemiyor”
-          “O para ona verilir mi lan? Gel ben sana aynısını alayım bizim oradan 5 TL’ye”
-          “O giydiğin sana hiç yakışmamış.”
-          “Senden adam olmaz!”
Tamam, bazı çıkarım ve tahminlerde bulunulur ve bunlar dillendirilir ama her zaman kesin hükümler 
vermek yanlıştır.
Esas cahillik bilmemek değildir bana göre, bildiğini sanmaktır!

Harun AKDOĞAN
30.10.2013


Her Şeyin Teorisi

1- Acizim Her şeye güç yetiremem, mutlak güce sahip değilim. Duyu organlarım kısıtlı, her şeyi bilemem. Ölümlüyüm. 2- Zaaflarımın farkındayı...