Gebze
Belediyesi her yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan ayı boyunca her gün bir
mahallede bizlere iftar veriyor. Bugünse merkezde kurulmuştu iftar sofraları.
Benim de aklıma esti ablama dedim ki “Ben dışarı gidiyorum abla, biraz hava
alayım, iftarımı da belediyenin davetinde açarım.” Yaklaşık 3-4 km lik yürüyüş sonucunda iftar yeri olan Çoban
Mustafa Paşa Camii Külliyesi’ne varmıştım. Vardığımda iftara 40 dk kadar süre
vardı ve tahmin edebileceğiniz gibi uzunca da bir kuyruk vardı. Hatta iki
kuyruk vardı. Polisler kuyrukların önünü kesmiş bir sağdan bir soldan
alıyorlardı. Ben de hemen bir kuyruğa geçtim ve beklemeye koyuldum. Yaşlısı,
genci, çocuğu, türlü insanlar vardı kuyrukta.
Hemen arkamda
70’li yaşlarda bir amcayla tanıştık, kendisi Ispartalıymış, 20 yıldır da
Gebze’deymiş. 7 çocuk sahibi, 10 tane de torunu varmış. Amca çocukları çok
sevdiğini söyledi. “Onlar dünyanın meyveleri, onlar olmasa dünyanın ne tadı
olurdu ki” diyordu. Çocuklarının çoğu evli, birisi yakında evlenecek, en küçük
oğlu ise askerden yeni dönmüş. En çok yakındığı ise ortanca kızıydı. Onun
diğerlerinden daha iyi ve güzel olduğunu söylüyordu. Ama gel gelelim ki kızı
kandırmışlar. Genç bir adamla tanışmış ve arkadaşları onun Almaya’ya gideceğini
ve zengin olacaklarını vaad ederek kızı kandırmış. Amcamız ve eşi istememişler
lakin kız sonunda kaçmış. Sonuç olarak bir çocuk dünyaya gelmiş ve aslında
adamın yalancı ve kötü biri olduğunu anladıklarında ise iş işten geçmiş. Şimdi
9 yaşında bir çocukları varmış. Üstelik adam düzgün bir işte çalışmayı da
reddediyor ve işporta tezgahında telefon satarak kazandığı bir miktar parayı da
keyfince harcıyormuş.Hayırlısı diyordu amca, evet hayırlısı olsun ne diyelim.
Hava
bulutluydu ve hafiften yağmur yağıyordu. Aşağıda bir yerde kavga çıkmış
sanırsam polis ekipleri o yönde ilerlediler. Meydanda çocuklar gülüşüp
oynaşıyorlardı. Oturan bir adam çocuklara bağırdı, gidin buradan diye. Daha
sonra ayakta duran, iki tane de kız çocuğu olan başka bir adam çocuklara
küfrederek kovdu. Amcaya dönüp “Amca bu çocuklar çok mu rahatsız etti ki bu
adamları kovdular böyle. Çocuk bu hoplar zıplar, belli ki sahipsiz gördüler”
dedim. Amcaysa “Onlar dünyanın meyveleridir oğlum” dedi tekrar. Bu arda arkamdaki
abla ve iki çocuğu farkında olmadan biraz önüme geçmişlerdi. Bana “Sizin de
önünüze geçmişiz ama...” diyince ben de “Önemli değil, ama sıra bize gelince
yemek kalmazsa yemeği ben alırım.” gibi esprili bir yanıtla sıramı verip amcaya
geri döndüm. Bu arada yağmur sağanağa dönmüştü, korunmak için tarihi külliyenin
taş duvarlarına dayanarak kiremitlerin azıcık dışarı çıkarak oluşturdukları
saçağın altında durmaya çalışıyorduk. Şiddetli yağmurdan dolayı bazı insanlar
kuyruktan ayrılıp gidiyorlardı. Yani sıramız daha erken gelecekti.
Amca bu kez de
kırklı yaşlarında olan ve Erzurum’da doktorluk yapan en küçük erkek kardeşinden
bahsediyordu. Araba aldığını ve kaza yaptığını söyledi. Şuanda kız
kardeşlerinin bakımında yatalak bir hasta olarak hayatını sürdürdüğünü söyledi.
Doktorlar fizik tedavi sonucunda yürüyebileceğini söyleseler de kendisinin de
bir doktor olduğunu söyleyerek bunu reddediyormuş. Amca, kardeşinin biraz dik
başlı olduğunu ve başına gelenlerin bunun bir sonucu olduğunu söylüyordu.
Ayrıca gençliğinde de bazı insanların ahını aldığını belirtti. Amca yine
hayırlısı diyordu ve dualar ediyordu. “Amin amca, hayırlısı...”
Böyle kaza
belalar hepimizin başına gelebilir ama şu da bir gerçek ki yaptığımız
kötülüklerin ve hataların cezasını elbet çekiyoruz. Ya bu tarafta ya diğer
tarafta derler ya çoğunlukla diğer tarafa kalmıyor. Şikayet ettiğimiz o çok
kötü dünyanın mimarları aslında bizleriz. Gündemde olan işsizlik ve açlığın %80
i aslında hak edilen veya hiç olmayan işsizlik ve açlıktır. Evet, gerçekten zor
durumda olan insanlar da var, onlara ve diğer insanlara yardım etmekten asla
vazgeçmemeliyiz lakin çoğunluğu oluşturan dilenci, isyankar ve kötü kesim ya aç gözlülüklerinden ya da akılsızlıklarından dolayı hem kendilerine hem de topluma
zarar vermeye devam ediyorlar. Hayırlısı...
Nihayet sıra
ilerlemeye başladı.Dediğim gibi bir polis memuru bir sağdan bir soldan
alıyordu. Tam ben sıranın başındaydım ki bir adam polise laf attı. Belli ki
polisin kendinden önce iftar etmesinden rahatsızlık duymuştu. Polis ise onun
hırsız olduğunu söylüyordu. Sonra sıra bana geldi. Ezan okunalı yaklaşık 20
dakika olmuştu ki külliyeye girdim ve yemeğimi alıp ilerledim. Dönüp amcaya
baktım ama amca başka bir tarafa doğru gidiyordu. Tekrar baktığımda gözden kaybolmuştu.
Çıkışa yakın bir masaya oturdum. Yemek paketini açtım. Yemekler çeşit ve miktar
bakımından tatminkardı. Tam yemeye başlayacakken bir adam bağırıp çağırarak
karşıma oturdu. Elindekileri koymasına yardım ettim. Gelip geçen laf atıyordu
adama.
Adam beş
dakika önce sofraya yemeğini ve bir miktar kuru ekmeği bırakarak kısa
süreliğine bir yere gitmiş. “Gitmez olaydım, bu nasıl bir iştir, şerefsizler
yemeğimi çalmışlar!” gibi nidalarla dert yakınmaya başladı. Zaten iftar yemeği
bazı çocukların oyuncağı olmuştu, çocuklar dönüp tekrar tekrar yemek
alıyorlardı. Adamın dediğine göre “çingeneler” almış yemeğini. Mesele aslında
yemek değildi. Meselle “çingeneler” de değildi. Adam bir süre bana haksızlık
görürsek göz yumamamız gerektiğinden bahsetti. Kendisinin bu şekilde olduğunu
söyledi. Takdir ettim lakin “çingene” mevzusunda dediklerini onaylamadım. “Ben
olsaydım bunların hiçbirine yemek vermezdim” diyordu. Belli ki çok sinirlenmiş.
Adam sinirlenmekle haklı. Orada güzel bir iş yapılıyor, zor durumda oruç tutan
insanlara bir nebze olsun yardım etmek için, halka hizmet için yemek
dağıtılıyor. Sen ise yemekleri çalıp çırpıp ziyan ediyorsun. Evet, maalesef
yemeklerin azımsanmayacak kısmı ziyan oluyor. Ama bunu yapan insanları ne
“çingene” ne de başka bir ırk veya grup altında sınıflandıramayız.
Yemeğimi
bitirdim ve adama teşekkür edip, iyi akşamlar dileyip ayrıldım. O da biraz
sakinleşmişe benziyordu. Nihayetinde iyi ki bugün böyle bir iftara katılmışım.
İnsanları tanıdıkça aslında kendimizi de daha iyi tanıma, sorgulama ve
çeki düzen verme fırsatı buluyoruz. İnsanların dertlerine, mutluluklarına ortak
olurken onlardan bazı nasihatler alıyoruz. Ve sonra “hayırlısı” diyoruz.
Hayırlısı...